7 Mayıs 2015 Perşembe

MOOCs çeşitleri: xMOOCs ve cMOOCs

MOOCs (Massive Open Online Courses), geniş kitlelerin kolaylıkla erişebildiği çevrimiçi eğitim platformlarıdır. Çevrimiçi verilen bu dersler sunumlar, videolar, ders materyalleri şeklinde dünyaca ünlü üniversitelerin öğretim elemanları tarafından tamamen uzaktan öğrenme ortamında çoğu zaman ücretsiz sağlanmaktadır. MOOCs'ların farklı teorik çerçeveler sunan çeşitleri vardır ancak en bilinen çeşitleri; xMOOCs ve cMOOCs'tur.
 
Web 2.0 teknolojilerinin uzaktan öğrenme ortamlarına etkisi beklenen bir sonuçtur. Günümüzde bu teknolojileri kullanmak eğitim dünyası ve özellikle akademik çevreler için bir zorunluluk olmaya başlamıştır. İnsanlar kendini geliştirme ihtiyacı, diplomanın önüne geçmiş, MOOCs ise bu ihtiyaca cevap vermeye aday en uygun yöntemlerden biri olmaktadır.
 
MOOCs, günümüzde açık öğretimin gelişiminde son nokta olarak görülmektedir. Eğitsel kaynaklara açık erişim, açık dersler sayesinde uzaktan eğitim deneyimi oluşturma eğilimlerini arttırmıştır. MOOCs platformlarındaki derslere kayıt olmak için ücret alınmamaktadır, bu platformlar tarafından sağlanan öğretim programlarına açık erişim mümkündür ve bu platformlara katılan kişiler sosyal ağlar yoluyla birleştirilmektedir. Bazı derslere katılmak için ön koşullar gerekse de hiçbir MOOCs platformu formal bir akreditasyon sistemine dahil değildir. Ancak bazı MOOCs platformları katılımcılarına belirli bir ücret karşılığında sertifika vermektedir. Bu sertifikalar özellikle Amerika'da birçok üniversite tarafından ders kredisi olarak sayılabilmektedir.
 
cMOOCs
 
cMOOCs kaynakları, George Siemens, Stephen Downes ve Dave Cormier gibi araştırmacılar tarafından bağlantıcılık (connectivism) teorisi ilkelerine dayalı içeriklerle hazırlanmaktadır. Bağlantıcılık, uzaktan eğitim pedajojisi açısından Web 2.0 teknolojileri ve sosyal ağlar aracılığı ile sağlanan iletişim ve etkileşim sürecini ifade etmektedir.
 
Bağlantıcılık, diğer öğrenme teorilerine (davranışçılık, bilişsellik, yapısalcılık) göre yeni bir öğrenme teorisidir ve ilkeleri George Siemens tarafından geliştirilmiştir. Siemens'e göre bu öğrenme sürecinde öğrenenler birbirleri ile ilişki içinde bilgi ile beslenmekte ve ortaklaşa bir öğrenme toplumu oluşturmaktadır. Bağlantıcılığa göre öğrenmede bilgi sadece öğretmenden öğrenciye geçmemektedir, özellikle web ortamlarında insanlar arasındaki etkileşim sayesinde öğrenenden öğrenene de geçmektedir. Ayrıca her birey kendi öğrenmesinden sorumludur. cMOOCs'da her öğrenen kendi öğrenmesini yapılandırır, yönetir ve kontrol eder. cMOOCs'lar kişisel öğrenme ortamlarının bir uzantısı olarak görülebilir.
 
xMOOCs
 
 Literatürde uzun bir süre MOOCs dendiğinde ilk akla gelen xMOOCs'lardır. cMOOCs'lar xMOOCs'lardan sonra ortaya çıkmıştır. xMOOCs'lar video sunumları şeklindedir, her öğrenen bu ortamlar sayesinde kendi hızında öğrenebilmektedir. En bilinen xMOOCs ortamları; Coursera, edX, Udacity, Udemy, Khan Academy ve Venture Lab'tır. Bu derslere katılımcılar üyelik kayıtlarını yaparak istedikleri zaman katılabilmektedir, kendi sınavlarını yapabilmekte ve ders programını belirtilen haftalar içinde tamamlamak durumundadırlar. Bu dersleri veren ortamlar herhangi bir derece veya diploma vaat etmemektedir. Bu ortamların tek amacı öğrenmedir, kredi tamamlama veya herhangi bir konuda yeterlilik kazandığını ispatlamak değildir.
 
xMOOCs ortamlarının hepsi aynı şekilde işlememektedir. Örneğin Coursera'nın önceden belirlenmiş bir takvimi vardır ve derslere katılım ücretsizdir ancak derslere katıldığınıza dair sertifika almak ücretlidir. Udemy'de takvim kısıtlaması yoktur, edX'te ise derslere katılımdan veya sertifika için ücret alınmamaktadır. Tüm bu farklılıklara rağmen tüm xMOOCs'lar benzer anlayışlarla çalışmakta ve davranışçı yaklaşıma hizmet etmektedir. Öğretmen dersi video veya sunum şeklinde hazırlamakta ve öğrenen pasif bir şekilde derse katılmaktadır. Öğrenenler daha sonra bu öğrendiklerini farklı Web 2.0 araçları vasıtası ile sınamaktadır
 
MOOCs hareketini ilk başlatanlardan Siemens'e göre geleneksel yaklaşımla oluşturulan xMOOCs'lara nazaran cMOOCs'larda öğrenen daha aktiftir ve MOOC mantığı da bunu gerektirmektedir. Downes ise yakın gelecekte tüm xMOOCs'ların cMOOCs'lara dönüştürüleceği düşüncesindedir.
 
 
Kaynak:
Kesim, M., Altınpulluk H. (2014). A theoretical analysis of MOOCs types from a perspective of learning theories. Procedia - Social and   Behavioral Sciences,   1-5.
 
 

Kişisel Öğrenme Ortamları (Personal Learning Environments)

Kişisel öğrenme ortamları, eğitim alanında da kullanılan Web 2.0 teknolojisine verilen genel bir ifadedir. Belli bir öğretim programını izleyen yapılandırılmış sistemler olan geleneksel öğrenme ortamlarına nazaran öğrenenlere daha esnek bir öğrenme ortamı sunan sanal ortamlardır. Kişisel öğrenme ortamları, öğrenenlerin diğer öğrenenlerle sosyal ilişkiler kurarak ihtiyaca göre düzenlenebilen içerikle öğrenme için seçilen farklı, kolay ve etkileşimli bir yoldur. Kişisel öğrenme ortamları, öğrenenlere aşağıdaki fırsatları sunmaktadır:
  • Kendi öğrenmelerinden sorumlu olma
  • Kendi öğrenme hedeflerini belirleme
  • Yaratıcı ve yenilikçi etkinliklerle kendi öğrenme deneyimlerini kolaylaştırma
  • Kendi bilgi ortamlarını kurmaları ve yönetmeleri
  • Kendi öğrenmelerini kontrol etmeleri ve yönetmeleri
  • Çevrimiçi ortamda kimlik oluşturma/tanınma
 
Kişisel öğrenme ortamları, içinde barındırdığı elektronik dökümanlarla hem kendimizin ve hem de arkadaş çevremizin okuduğu makalelere, izlediği filmlere, haberlere, radyo programlarına, haberlere ulaşmamızı sağlayarak öğrenme ortamımızı geniş bir ekosisteme dönüştürmektedir. Bu açıdan bakıldığında kişisel öğrenme ortamları, öğrenmede bağlantıcılık (connectivism) teorisinin ilkelerine uygundur.
 
Bağlantıcılık, George Siemens ve Stephen Downes tarafından ortaya atılan bir öğrenme teorisidir. Bu teori öğrenmenin bağlantılar yoluyla başlaması ve yerleşmesi ilkesine dayanmaktadır. İnternet ortamına katılan her birey öğrenme ortamının bir parçası haline gelir. Kişisel öğrenme ortamları da bağlantıcılık ilkesine dayalı hareket etmektedir. Bu ortamlar öğrenme merkezi olarak görülen eğitim kurumları üzerindeki yükü azaltarak bireylere yüklemektedir. Bu ortamlar sayesinde uzaktaki eğitim hizmetleri öğrenme ortamlarında kişileştirilmektedir. Aynı zamanda öğrenenler sadece öğrenme kaynaklarına ulaşmakla kalmamakta, yeni bilgi oluşturarak diğerleri ile paylaşmaktadır. Bu teori ile öğrenmenin sadece bilgi, enformasyon veya içerik aktarma işi olmadığı, aynı zamanda bireylerin yeni bilgiler üretebildikleri ve ürettikleri bilgileri arkadaşları ile paylaşabildikleri sonucuna ulaşılmaktadır.
 
Web 2.0 teknolojileri, insanların sanal ortamlarda bir araya geldikleri, iletişim kurdukları, birlikte çalıştıkları uygulama ve araçları sağlamaktadır. Bu nedenle Web 2.0 araçları kişisel öğrenme ortamları için en uygun araçları sağlamaktadır. Kişisel öğrenme ortamlarında kullanılan Web 2.0 araçlarına aşağıdaki örnekler verilebilir:
  • Başlangıç sayfaları; Netvibes, Protopage, Symbaloo,UStart, Spaaze
  • Kaynakça (bibliography) araçları; Mendeley, Zotero
  • Sosyal etiketleme (bookmarking) siteleri; Linkatopia, Connotea, StumbleUpon, Reddit, Blinklist, BuddyMarks, Chipmark, CiteULike, Diigo, Delicious
  • Çevrimiçi depolama ortamları; SkyDrive, GoogleDrive, Dropbox
  • Akademik paylaşım siteleri; ResearchGate, Academia, Slideshare, Scribd
  • RSS beslemeleri
  • Arama motorları; Google, Yandex, Bing
  • E-posta sağlayıcılar; Gmail, Yahoo, Hotmail, Windowslive
  • Video ve resim paylaşım siteleri; Youtube, Dailymotion, Flickr, İnstagram
  • Blog servisleri; Blogger, Tumblr, Wordpress
  • Wiki servisleri; Wikispaces, Wikipedia, Wikia
Bu uygulamalar dışında dünya çapında bir çok üniversite, internet ortamında öğrencilerine, öğretim elemanlarına ve onların ve kurumun sağladığı kaynaklara erişim kolaylığı sağlamak için kendi uygulamalarını geliştirmektedir. Örneğin Bolton Üniversitesinin PLEX, Virginia Mary Washington Üniversitesinin UMW Blog gibi uygulamaları, öğrenenlere esnek kişisel öğrenme ortamları sağlamakla kalmamakta, öğrencilerin ve öğretim elemanlarının yaptıkları çalışmaları sunabilecekleri, düşüncelerini paylaşabilecekleri, tartışabilecekleri, işbirliği oluşturarak projeler geliştirebilecekleri kişisel ortamlar sağlamaktadır.
 
Kişisel öğrenme ortamlarının öğrenme açısından güçlü yönleri şu şekilde sıralanabilir:
  • istenildiği zaman, istenildiği yerde öğrenme imkanı vermesi,
  • yaşam boyu öğrenmeyi desteklemesi,
  • öğrenen merkezli olması,
  • geleneksel okul ortamı dışında kalan öğrenenleri desteklemesi,
  • kullanımının kolay olması,
  • içeriğin kullanıcılar tarafından  kontrol edilebilir olması,
  • bireylerin sosyal varlığını ön plana çıkarması,
  • teknolojideki gelişmelere, yeniliklere çabuk uyum sağlaması.
Kişisel öğrenme ortamlarının öğrenme açısından sınırlılıkları ve zayıf yönleri şu şekilde sıralanabilir:
  • İnsanların kendi öğrenme ortamlarını tasarlama ve yönetme konusunda kendilerine güvenmemeleri
  • İnsanların kendi e-öğrenme ortamını kendilerinin yönetmek istememesi
  • Bazı kişilerin dijital okur yazarlık becerilerinin zayıf olması
  • Web 2.0 araçlarının sayısının çok fazla olmasının kullanıcıların kafalarını karıştırması
  • Öğrenme yönetim sistemi araçlarının kişisel öğreneme ortamı araçlarına göre dersi izleme ve derse katılma konusunda daha kolay görünmesi
  • Bir çok öğrencinin hiyerarşik öğrenme modellerine alışık olmaları ve yeni araçlara adapte olma konusunda zorlanmaları
  • Bu ortamların kullanımı konusunda öğrencilere yeterli destek verilmemesi
Kişisel öğrenme ortamları açık ve uzaktan öğrenme sistemlerine uygulanabilecek bir anlayış sunmaktadır. Ancak formal eğitimde de etkili bir şekilde kullanılabilir. Bunun için eğitim kurumlarının yeni teknolojilere ön yargılı yaklaşmamaları gerekmektedir. Aynı zamanda kurumlar, öğrencilere kurumun müşterisi ya da kurumun kaynaklarını tüketen bireyler olarak değil, üreten, paylaşan, tartışan bireyler olarak yaklaşmalıdır.
 
Kaynak:
 
Altinpulluk, H., Kesim, M. (2015). THE SUSTAINABILITY OF PERSONAL LEARNING ENVIRONMENTS REGARDING 21ST CENTURY SKILLS. Proceedings of INTED2015 Conference 2nd-4th March 2015, Madrid, Spain, 2241-2247
 
 Kesim M., Altınpulluk, H. (2013). The Future Of  LMS and Personal Learning Environments.  Procedia - Social and Behavioral Sciences, 1-5

6 Mayıs 2015 Çarşamba

1G, 2G, 3G, 4G ve sonrası

Mobil telefonlar insanların hayatına 2. Dünya Savaşından sonra girmiştir, 1G (first generation) olarak anılan bu dönemde kablosuz telekomünikasyon teknolojilerinden bahsedilmektedir. Bundan önce 0G (zero generation) olarak anılan dönemde ise telefon radyo teknolojisi yoluyla sadece arabalarda kullanılan ve mobil olarak kullanılamayan bir teknolojidir.
 
1G - Kablosuz iletişimin ilk jenerasyonu
 
1980'lerde bazı kablosuz standartlar geliştirildi ve böylece 1G dönemi başlamış oldu (Rayan ve Krishna, 2014). 1G aslında mobil cihazlar için analog sinyaller kullanılarak üretilen bir kablosuz ağ dönemi olarak tanımlanabilir. Mobil cihazlar bu dönemde sadece sesli aramalar için basit bir şekilde tasarlandı. Sesli aramalar 160mhz veya daha fazla bir frekansta modüle edilerek radyo antenleri vasıtası ile iletildi. Kullanılan teknik FDMA (Frequency Division Multiple Access)'dı. Ancak bu teknoloji o dönemde büyük bir başarı olarak görülmüştür. O dönemde bazı cep telefonlarından modeme çıkış yapıldı fakat cep telefonu ile kurulan analog iletişim sonucu oluşan gürültünün (noise) fazlalığı telefonun işlevselliği geride bırakmıştır.
 
 

2G - Geliştirilmiş iletişim ağı önerileri ve ikinci jenerasyon
 
2G hizmetleri 1990'ların başında görülmeye başladı. Bu dönem dijital sinyallerin kullanıldığı kablosuz telefon teknolojilerinin hayatımıza girdiği dönem olarak bilinir (Rayan ve Krishna, 2014) ve bu dönemle mobil cihazlarda yeni bir çağ başlamış oldu. Ses kalitesi geliştirildi, güvenlik önlemleri ve kullanılabilir kapasite arttırıldı. Bir çok ağ, oyunlara ilgiyi arttıran metin mesajlarını desteklemeye başladı. 1990'ların ortalarına gelindiğinde veri transfer hızı artarak (14.4kbps seviyelerinde) neredeyse sabit telefon hatları ile kullanılan modemlerin hızına yetişti.
 
Bu dönemde cep telefonu ağları GSM (Global System for Mobile Communication) standardını ticari anlamda da kullanmaya başladı. Bu standart, Finlandiya'da bulunan Radiolinja adındaki bir firma tarafından sağlandı. GSM hizmeti telefon operatörleri arasında uluslararası dolaşımı (roaming) sağladı. 2G teknolojileri, kullanılan çoklayıcı (multiplexing) tipine göre CDMA (Code Division Multiple Access) tabanlı ve TDMA (Time Division Multiple Access) tabanlı standartlar olarak ikiye ayrılmıştır. Bu dönemde aynı zamanda dijital verileri çoklamak (bir hattan birden fazla sinyal gönderme) ve sıkıştırmak için CODEC (Compression, Decompression) algoritmaları kullanıldı . Dijital kodlama sayesinde ses kalitesi yükseldi ve belirli bir hat üzerindeki gürültü en aza indirgendi (Rayan ve Krishna, 2014).
 
2.5G ile GPRS (General Packet Radio Service) teknolojisi başladı ve bu adım cep telefonu teknolojisi için çok değerli bir adımdır. Bu dönem devre anahtarlamalı sistemlere ek olarak paket anahtarlamalı sistemlerin kullanıldığı bir dönemdir. Ancak bu dönemde kullanılmaya başlayan GPRS terimi, gayri resmi bir terimdir ve sadece pazarlama amaçlı icat edilmiştir oysa 2G, 3G gibi terimler ITU (International Telecommunication) tarafından resmi olarak tanımlanmıştır (Rayan ve Krishna, 2014).
 
GPRS, 56kbps-115kbps hızlarında verileri aktarabilmektedir ve  MMS (Multimedia Messaging Service), WAP (Wireless Application Protocol) erişim servisi, www (World Wide Web), e-mail gibi internet iletişim servisleri için kullanılmaktadır (Rayan ve Krishna, 2014). Bu teknoloji ihtiyaç duyduğumuz her yerde her an ulaşabileceğimiz veri hizmetlerine olanak tanıdı. Bu dönem internete çevirmeli ağ ile bağlanmamızı sağlayan CSD (Circuit Switched Data) hizmetleri açısından büyük bir değişimdi. GPRS, sorunsuz bir şekilde süper bir hızla internete bağlanmamızı sağladı ve bu hız CSD de dahil oluşturulan diğer ağ hızlarından daha fazlaydı. Operatörler ücretleri dakika üzerinden değil veri indirme miktarı üzerinden almaya başladı.
 
2.75G, EDGE (Enhanced Data rates for GSM Evaluation)/EGPRS(Enhanced GPRS) teknolojisini kullanır. Bu teknoloji veri transfer hızını 236.8kbps'lara çıkarmaktadır. Bu teknoloji şu anda dünyada en çok kullanılan mobil teknolojisidir. EDGE teknolojisi GPRS teknolojisine sahip herhangi bir ağda kullanılabilir, bunun dışında kullanımı için herhangi ek bir yazılım ya da donanım gerektirmez ve daha net ve daha hızlı veri iletimine olanak tanır. Hem devre anahtarlamalı hem de paket anahtarlamalı verileri taşıyabilir. Bu teknoloji N97, blackberry ve N95 mobil cihazlarda kullanılmaktadır. Bu teknoloji GPRS ile karşılaştırıldığında, GPRS'in 6 saniye ilettiği veriyi EDGE 2 saniyede iletmektedir (Rayan ve Krishna, 2014).

Bu dönem teknoloji için büyük bir adımdı ve teknolojik anlamda etkili akıllı telefonların  artması ile daha da güçlendi. Ancak teknoloji hala 3G denemeyecek kadar yavaştı, 3G demek için 2mbps hız ve 385kbps mobil hızı gerekiyordu ve GPRS teknolojisi bu hızı kaldıramazdı.

3G - Kablosuz teknolojide üçüncü jenerasyon
 
Görüldüğü gibi 2G ağlardan 3G ağlara doğrudan bir geçiş olmamıştır. Çünkü yeni ağın tamamını destekleyen frekanslara ihtiyaç duyuldu ve 2G ağlar farklı frekanslarda ve spektrumlarda işletiliyordu. Bu durum aynı zamanda dünyaya yeni spektrumlar satmaya çalışanlara büyük dolandırıcılık imkanı tanıyordu. 3G'nin en önemli özelliği, büyük miktardaki verileri desteklemek için büyük miktarda kapasitesi ve geniş bant yeteneklerinin olması ve müşterilerine bunu daha düşük ücretlerle sunmasıdır.
 
3G, mobil ortamlarda ve geniş alan ağlarda videolu konuşmalar, sesli konuşmalar, geniş bant kablosuz veriler, yüksek hızlı web kullanımının yanı sıra IPTV desteği de sunmaktadır. Diğer yandan uplink (uyduya çıkış hattı) üzerinde 5.8mbps'den fazla, downlink (uydudan iniş hattı) üzerinde 14.4mbps'den fazla HSPA (High-Speed Packet Access) veri aktarım yeteneğine sahiptir. HSPA, mobil telefon operatörlerinin birleşimi ve mevcut UMTS (Universal Mobile Telecommunications System) protokollerinin performanslarını arttırır. 3G teknolojisi, IEEE 802.11 (bilinen adıyla WLAN veya Wi-fi gibi teknolojilerin kullandığı ağ standartı) ağlarından farklı olarak geniş alan cep telefonu ağlarında yüksek hızlı internet erişimini ve video konferans hizmetlerini zaman içinde geliştirmiştir (Rayan ve Krishna, 2014).
 
Bir 3G bağlantısı 400kpbs'dan daha fazla internet hızını destekler. Böylece gerçek zamanlı konferanslara, daha hızlı video, müzik ve daha fazlasını indirmeye  olanak sağlar.  E-postalarınıza ulaşmak, güçlü oyunlar oynamak, büyük miktarda finansal işlemler yapmak artık parmaklarınızın ucundadır. Eski hızdaki veri hizmetlerini unutarak 3G ile akıllı telefonlara artık bir başka şekilde bakar olduk. Böylece akıllı telefonların donanımları, muazzam 3G hızlarını desteklemek için daha fazla geliştirildi.
 
4G - Dördüncü jenerasyonda daha fazlası var
 
4G, 3G'den on kat daha hızlıdır. her bir saniyede 10 megabit veri iletebilir. Ancak 4G halen tüm ülkelerde tüm servis sağlayıcılar tarafından kullanılamamaktadır ve bu ileriye yönelik düşünülen bir adımdır.
 
Eğer sürekli YouTube videoları indiriyorsanız,  yürürken ya da seyahat ederken film izliyorsanız veya gün boyunca çok sayıda uygulama (apps) alıyorsanız, 4G hayatınızı kolaylaştıracaktır. Ancak henüz 4G'yi herkes elde edemedi ve akıllı telefonlar halen 4G'nin çalışma verimini arttırmaya çalışıyor.

Foto kaynak: http://www.oopsmobile.net/evolution-of-the-g/

ve nereye gidiyoruz?
 
Veri indirmeler her geçen yıl artıyor ve 2014 yılı için bu rakam 1.000.000.000 GB'ı aşabilir ve bu büyük bir veri. Akıllı telefonlar giderek genişleyen donanım kapasitelerine rağmen bu büyümeyi kaldıramazsa bu hiç sürpriz olmaz. Yakın gelecekte akıllı telefonlara 5G gelecek ve o biraz daha görkemli geleceği izlemeye devam ediyoruz.
 

Kaynak:
Rayan, N. L., & Krishna, C. (2014). A Survey on Mobile Wireless Networks. International Journal of Scientific& Engineering Research, ISSN, 2229-5518.

Knowing All Your G’s – What is 2G, 3G, 4G and So On http://www.indianic.com/blog/mobile/knowing-all-your-gs-what-is-2g-3g-4g-and-so-on.html Ziyaret Tarihi:27.03.2015