15 Haziran 2015 Pazartesi
7 Mayıs 2015 Perşembe
MOOCs çeşitleri: xMOOCs ve cMOOCs
MOOCs (Massive Open Online Courses), geniş kitlelerin kolaylıkla erişebildiği çevrimiçi eğitim platformlarıdır. Çevrimiçi verilen bu dersler sunumlar, videolar, ders materyalleri şeklinde dünyaca ünlü üniversitelerin öğretim elemanları tarafından tamamen uzaktan öğrenme ortamında çoğu zaman ücretsiz sağlanmaktadır. MOOCs'ların farklı teorik çerçeveler sunan çeşitleri vardır ancak en bilinen çeşitleri; xMOOCs ve cMOOCs'tur.
Web 2.0 teknolojilerinin uzaktan öğrenme ortamlarına etkisi beklenen bir sonuçtur. Günümüzde bu teknolojileri kullanmak eğitim dünyası ve özellikle akademik çevreler için bir zorunluluk olmaya başlamıştır. İnsanlar kendini geliştirme ihtiyacı, diplomanın önüne geçmiş, MOOCs ise bu ihtiyaca cevap vermeye aday en uygun yöntemlerden biri olmaktadır.
MOOCs, günümüzde açık öğretimin gelişiminde son nokta olarak görülmektedir. Eğitsel kaynaklara açık erişim, açık dersler sayesinde uzaktan eğitim deneyimi oluşturma eğilimlerini arttırmıştır. MOOCs platformlarındaki derslere kayıt olmak için ücret alınmamaktadır, bu platformlar tarafından sağlanan öğretim programlarına açık erişim mümkündür ve bu platformlara katılan kişiler sosyal ağlar yoluyla birleştirilmektedir. Bazı derslere katılmak için ön koşullar gerekse de hiçbir MOOCs platformu formal bir akreditasyon sistemine dahil değildir. Ancak bazı MOOCs platformları katılımcılarına belirli bir ücret karşılığında sertifika vermektedir. Bu sertifikalar özellikle Amerika'da birçok üniversite tarafından ders kredisi olarak sayılabilmektedir.
cMOOCs
cMOOCs kaynakları, George Siemens, Stephen Downes ve Dave Cormier gibi araştırmacılar tarafından bağlantıcılık (connectivism) teorisi ilkelerine dayalı içeriklerle hazırlanmaktadır. Bağlantıcılık, uzaktan eğitim pedajojisi açısından Web 2.0 teknolojileri ve sosyal ağlar aracılığı ile sağlanan iletişim ve etkileşim sürecini ifade etmektedir.
Bağlantıcılık, diğer öğrenme teorilerine (davranışçılık, bilişsellik, yapısalcılık) göre yeni bir öğrenme teorisidir ve ilkeleri George Siemens tarafından geliştirilmiştir. Siemens'e göre bu öğrenme sürecinde öğrenenler birbirleri ile ilişki içinde bilgi ile beslenmekte ve ortaklaşa bir öğrenme toplumu oluşturmaktadır. Bağlantıcılığa göre öğrenmede bilgi sadece öğretmenden öğrenciye geçmemektedir, özellikle web ortamlarında insanlar arasındaki etkileşim sayesinde öğrenenden öğrenene de geçmektedir. Ayrıca her birey kendi öğrenmesinden sorumludur. cMOOCs'da her öğrenen kendi öğrenmesini yapılandırır, yönetir ve kontrol eder. cMOOCs'lar kişisel öğrenme ortamlarının bir uzantısı olarak görülebilir.
xMOOCs
Literatürde uzun bir süre MOOCs dendiğinde ilk akla gelen xMOOCs'lardır. cMOOCs'lar xMOOCs'lardan sonra ortaya çıkmıştır. xMOOCs'lar video sunumları şeklindedir, her öğrenen bu ortamlar sayesinde kendi hızında öğrenebilmektedir. En bilinen xMOOCs ortamları; Coursera, edX, Udacity, Udemy, Khan Academy ve Venture Lab'tır. Bu derslere katılımcılar üyelik kayıtlarını yaparak istedikleri zaman katılabilmektedir, kendi sınavlarını yapabilmekte ve ders programını belirtilen haftalar içinde tamamlamak durumundadırlar. Bu dersleri veren ortamlar herhangi bir derece veya diploma vaat etmemektedir. Bu ortamların tek amacı öğrenmedir, kredi tamamlama veya herhangi bir konuda yeterlilik kazandığını ispatlamak değildir.
xMOOCs ortamlarının hepsi aynı şekilde işlememektedir. Örneğin Coursera'nın önceden belirlenmiş bir takvimi vardır ve derslere katılım ücretsizdir ancak derslere katıldığınıza dair sertifika almak ücretlidir. Udemy'de takvim kısıtlaması yoktur, edX'te ise derslere katılımdan veya sertifika için ücret alınmamaktadır. Tüm bu farklılıklara rağmen tüm xMOOCs'lar benzer anlayışlarla çalışmakta ve davranışçı yaklaşıma hizmet etmektedir. Öğretmen dersi video veya sunum şeklinde hazırlamakta ve öğrenen pasif bir şekilde derse katılmaktadır. Öğrenenler daha sonra bu öğrendiklerini farklı Web 2.0 araçları vasıtası ile sınamaktadır
MOOCs hareketini ilk başlatanlardan Siemens'e göre geleneksel yaklaşımla oluşturulan xMOOCs'lara nazaran cMOOCs'larda öğrenen daha aktiftir ve MOOC mantığı da bunu gerektirmektedir. Downes ise yakın gelecekte tüm xMOOCs'ların cMOOCs'lara dönüştürüleceği düşüncesindedir.
Kaynak:
Kesim, M., Altınpulluk H. (2014). A theoretical analysis of MOOCs types from a perspective of learning theories. Procedia - Social and Behavioral Sciences, 1-5.
Kişisel Öğrenme Ortamları (Personal Learning Environments)
Kişisel öğrenme ortamları, eğitim alanında da kullanılan Web 2.0 teknolojisine verilen genel bir ifadedir. Belli bir öğretim programını izleyen yapılandırılmış sistemler olan geleneksel öğrenme ortamlarına nazaran öğrenenlere daha esnek bir öğrenme ortamı sunan sanal ortamlardır. Kişisel öğrenme ortamları, öğrenenlerin diğer öğrenenlerle sosyal ilişkiler kurarak ihtiyaca göre düzenlenebilen içerikle öğrenme için seçilen farklı, kolay ve etkileşimli bir yoldur. Kişisel öğrenme ortamları, öğrenenlere aşağıdaki fırsatları sunmaktadır:
- Kendi öğrenmelerinden sorumlu olma
- Kendi öğrenme hedeflerini belirleme
- Yaratıcı ve yenilikçi etkinliklerle kendi öğrenme deneyimlerini kolaylaştırma
- Kendi bilgi ortamlarını kurmaları ve yönetmeleri
- Kendi öğrenmelerini kontrol etmeleri ve yönetmeleri
- Çevrimiçi ortamda kimlik oluşturma/tanınma
Kişisel öğrenme ortamları, içinde barındırdığı elektronik dökümanlarla hem kendimizin ve hem de arkadaş çevremizin okuduğu makalelere, izlediği filmlere, haberlere, radyo programlarına, haberlere ulaşmamızı sağlayarak öğrenme ortamımızı geniş bir ekosisteme dönüştürmektedir. Bu açıdan bakıldığında kişisel öğrenme ortamları, öğrenmede bağlantıcılık (connectivism) teorisinin ilkelerine uygundur.
Bağlantıcılık, George Siemens ve Stephen Downes tarafından ortaya atılan bir öğrenme teorisidir. Bu teori öğrenmenin bağlantılar yoluyla başlaması ve yerleşmesi ilkesine dayanmaktadır. İnternet ortamına katılan her birey öğrenme ortamının bir parçası haline gelir. Kişisel öğrenme ortamları da bağlantıcılık ilkesine dayalı hareket etmektedir. Bu ortamlar öğrenme merkezi olarak görülen eğitim kurumları üzerindeki yükü azaltarak bireylere yüklemektedir. Bu ortamlar sayesinde uzaktaki eğitim hizmetleri öğrenme ortamlarında kişileştirilmektedir. Aynı zamanda öğrenenler sadece öğrenme kaynaklarına ulaşmakla kalmamakta, yeni bilgi oluşturarak diğerleri ile paylaşmaktadır. Bu teori ile öğrenmenin sadece bilgi, enformasyon veya içerik aktarma işi olmadığı, aynı zamanda bireylerin yeni bilgiler üretebildikleri ve ürettikleri bilgileri arkadaşları ile paylaşabildikleri sonucuna ulaşılmaktadır.
Web 2.0 teknolojileri, insanların sanal ortamlarda bir araya geldikleri, iletişim kurdukları, birlikte çalıştıkları uygulama ve araçları sağlamaktadır. Bu nedenle Web 2.0 araçları kişisel öğrenme ortamları için en uygun araçları sağlamaktadır. Kişisel öğrenme ortamlarında kullanılan Web 2.0 araçlarına aşağıdaki örnekler verilebilir:
- Başlangıç sayfaları; Netvibes, Protopage, Symbaloo,UStart, Spaaze
- Kaynakça (bibliography) araçları; Mendeley, Zotero
- Sosyal etiketleme (bookmarking) siteleri; Linkatopia, Connotea, StumbleUpon, Reddit, Blinklist, BuddyMarks, Chipmark, CiteULike, Diigo, Delicious
- Çevrimiçi depolama ortamları; SkyDrive, GoogleDrive, Dropbox
- Akademik paylaşım siteleri; ResearchGate, Academia, Slideshare, Scribd
- RSS beslemeleri
- Arama motorları; Google, Yandex, Bing
- E-posta sağlayıcılar; Gmail, Yahoo, Hotmail, Windowslive
- Video ve resim paylaşım siteleri; Youtube, Dailymotion, Flickr, İnstagram
- Blog servisleri; Blogger, Tumblr, Wordpress
- Wiki servisleri; Wikispaces, Wikipedia, Wikia
Bu uygulamalar dışında dünya çapında bir çok üniversite, internet ortamında öğrencilerine, öğretim elemanlarına ve onların ve kurumun sağladığı kaynaklara erişim kolaylığı sağlamak için kendi uygulamalarını geliştirmektedir. Örneğin Bolton Üniversitesinin PLEX, Virginia Mary Washington Üniversitesinin UMW Blog gibi uygulamaları, öğrenenlere esnek kişisel öğrenme ortamları sağlamakla kalmamakta, öğrencilerin ve öğretim elemanlarının yaptıkları çalışmaları sunabilecekleri, düşüncelerini paylaşabilecekleri, tartışabilecekleri, işbirliği oluşturarak projeler geliştirebilecekleri kişisel ortamlar sağlamaktadır.
Kişisel öğrenme ortamlarının öğrenme açısından güçlü yönleri şu şekilde sıralanabilir:
- istenildiği zaman, istenildiği yerde öğrenme imkanı vermesi,
- yaşam boyu öğrenmeyi desteklemesi,
- öğrenen merkezli olması,
- geleneksel okul ortamı dışında kalan öğrenenleri desteklemesi,
- kullanımının kolay olması,
- içeriğin kullanıcılar tarafından kontrol edilebilir olması,
- bireylerin sosyal varlığını ön plana çıkarması,
- teknolojideki gelişmelere, yeniliklere çabuk uyum sağlaması.
Kişisel öğrenme ortamlarının öğrenme açısından sınırlılıkları ve zayıf yönleri şu şekilde sıralanabilir:
- İnsanların kendi öğrenme ortamlarını tasarlama ve yönetme konusunda kendilerine güvenmemeleri
- İnsanların kendi e-öğrenme ortamını kendilerinin yönetmek istememesi
- Bazı kişilerin dijital okur yazarlık becerilerinin zayıf olması
- Web 2.0 araçlarının sayısının çok fazla olmasının kullanıcıların kafalarını karıştırması
- Öğrenme yönetim sistemi araçlarının kişisel öğreneme ortamı araçlarına göre dersi izleme ve derse katılma konusunda daha kolay görünmesi
- Bir çok öğrencinin hiyerarşik öğrenme modellerine alışık olmaları ve yeni araçlara adapte olma konusunda zorlanmaları
- Bu ortamların kullanımı konusunda öğrencilere yeterli destek verilmemesi
Kişisel öğrenme ortamları açık ve uzaktan öğrenme sistemlerine uygulanabilecek bir anlayış sunmaktadır. Ancak formal eğitimde de etkili bir şekilde kullanılabilir. Bunun için eğitim kurumlarının yeni teknolojilere ön yargılı yaklaşmamaları gerekmektedir. Aynı zamanda kurumlar, öğrencilere kurumun müşterisi ya da kurumun kaynaklarını tüketen bireyler olarak değil, üreten, paylaşan, tartışan bireyler olarak yaklaşmalıdır.
Kaynak:
Altinpulluk, H., Kesim, M. (2015). THE SUSTAINABILITY OF PERSONAL LEARNING ENVIRONMENTS REGARDING 21ST CENTURY SKILLS. Proceedings of INTED2015 Conference 2nd-4th March 2015, Madrid, Spain, 2241-2247
Kesim M., Altınpulluk, H. (2013). The Future Of LMS and Personal Learning Environments. Procedia - Social and Behavioral Sciences, 1-5
6 Mayıs 2015 Çarşamba
1G, 2G, 3G, 4G ve sonrası
Mobil telefonlar insanların hayatına 2. Dünya Savaşından sonra girmiştir, 1G (first generation) olarak anılan bu dönemde kablosuz telekomünikasyon teknolojilerinden bahsedilmektedir. Bundan önce 0G (zero generation) olarak anılan dönemde ise telefon radyo teknolojisi yoluyla sadece arabalarda kullanılan ve mobil olarak kullanılamayan bir teknolojidir.
1G - Kablosuz iletişimin ilk jenerasyonu
1980'lerde bazı kablosuz standartlar geliştirildi ve böylece 1G dönemi başlamış oldu (Rayan ve Krishna, 2014). 1G aslında mobil cihazlar için analog sinyaller kullanılarak üretilen bir kablosuz ağ dönemi olarak tanımlanabilir. Mobil cihazlar bu dönemde sadece sesli aramalar için basit bir şekilde tasarlandı. Sesli aramalar 160mhz veya daha fazla bir frekansta modüle edilerek radyo antenleri vasıtası ile iletildi. Kullanılan teknik FDMA (Frequency Division Multiple Access)'dı. Ancak bu teknoloji o dönemde büyük bir başarı olarak görülmüştür. O dönemde bazı cep telefonlarından modeme çıkış yapıldı fakat cep telefonu ile kurulan analog iletişim sonucu oluşan gürültünün (noise) fazlalığı telefonun işlevselliği geride bırakmıştır.
2G - Geliştirilmiş iletişim ağı önerileri ve ikinci jenerasyon
2G hizmetleri 1990'ların başında görülmeye başladı. Bu dönem dijital sinyallerin kullanıldığı kablosuz telefon teknolojilerinin hayatımıza girdiği dönem olarak bilinir (Rayan ve Krishna, 2014) ve bu dönemle mobil cihazlarda yeni bir çağ başlamış oldu. Ses kalitesi geliştirildi, güvenlik önlemleri ve kullanılabilir kapasite arttırıldı. Bir çok ağ, oyunlara ilgiyi arttıran metin mesajlarını desteklemeye başladı. 1990'ların ortalarına gelindiğinde veri transfer hızı artarak (14.4kbps seviyelerinde) neredeyse sabit telefon hatları ile kullanılan modemlerin hızına yetişti.
Bu dönemde cep telefonu ağları GSM (Global System for Mobile Communication) standardını ticari anlamda da kullanmaya başladı. Bu standart, Finlandiya'da bulunan Radiolinja adındaki bir firma tarafından sağlandı. GSM hizmeti telefon operatörleri arasında uluslararası dolaşımı (roaming) sağladı. 2G teknolojileri, kullanılan çoklayıcı (multiplexing) tipine göre CDMA (Code Division Multiple Access) tabanlı ve TDMA (Time Division Multiple Access) tabanlı standartlar olarak ikiye ayrılmıştır. Bu dönemde aynı zamanda dijital verileri çoklamak (bir hattan birden fazla sinyal gönderme) ve sıkıştırmak için CODEC (Compression, Decompression) algoritmaları kullanıldı . Dijital kodlama sayesinde ses kalitesi yükseldi ve belirli bir hat üzerindeki gürültü en aza indirgendi (Rayan ve Krishna, 2014).
2.5G ile GPRS (General Packet Radio Service) teknolojisi başladı ve bu adım cep telefonu teknolojisi için çok değerli bir adımdır. Bu dönem devre anahtarlamalı sistemlere ek olarak paket anahtarlamalı sistemlerin kullanıldığı bir dönemdir. Ancak bu dönemde kullanılmaya başlayan GPRS terimi, gayri resmi bir terimdir ve sadece pazarlama amaçlı icat edilmiştir oysa 2G, 3G gibi terimler ITU (International Telecommunication) tarafından resmi olarak tanımlanmıştır (Rayan ve Krishna, 2014).
GPRS, 56kbps-115kbps hızlarında verileri aktarabilmektedir ve MMS (Multimedia Messaging Service), WAP (Wireless Application Protocol) erişim servisi, www (World Wide Web), e-mail gibi internet iletişim servisleri için kullanılmaktadır (Rayan ve Krishna, 2014). Bu teknoloji ihtiyaç duyduğumuz her yerde her an ulaşabileceğimiz veri hizmetlerine olanak tanıdı. Bu dönem internete çevirmeli ağ ile bağlanmamızı sağlayan CSD (Circuit Switched Data) hizmetleri açısından büyük bir değişimdi. GPRS, sorunsuz bir şekilde süper bir hızla internete bağlanmamızı sağladı ve bu hız CSD de dahil oluşturulan diğer ağ hızlarından daha fazlaydı. Operatörler ücretleri dakika üzerinden değil veri indirme miktarı üzerinden almaya başladı.
2.75G, EDGE (Enhanced Data rates for GSM Evaluation)/EGPRS(Enhanced GPRS) teknolojisini kullanır. Bu teknoloji veri transfer hızını 236.8kbps'lara çıkarmaktadır. Bu teknoloji şu anda dünyada en çok kullanılan mobil teknolojisidir. EDGE teknolojisi GPRS teknolojisine sahip herhangi bir ağda kullanılabilir, bunun dışında kullanımı için herhangi ek bir yazılım ya da donanım gerektirmez ve daha net ve daha hızlı veri iletimine olanak tanır. Hem devre anahtarlamalı hem de paket anahtarlamalı verileri taşıyabilir. Bu teknoloji N97, blackberry ve N95 mobil cihazlarda kullanılmaktadır. Bu teknoloji GPRS ile karşılaştırıldığında, GPRS'in 6 saniye ilettiği veriyi EDGE 2 saniyede iletmektedir (Rayan ve Krishna, 2014).
Bu dönem teknoloji için büyük bir adımdı ve teknolojik anlamda etkili akıllı telefonların artması ile daha da güçlendi. Ancak teknoloji hala 3G denemeyecek kadar yavaştı, 3G demek için 2mbps hız ve 385kbps mobil hızı gerekiyordu ve GPRS teknolojisi bu hızı kaldıramazdı.
3G - Kablosuz teknolojide üçüncü jenerasyon
Görüldüğü gibi 2G ağlardan 3G ağlara doğrudan bir geçiş olmamıştır. Çünkü yeni ağın tamamını destekleyen frekanslara ihtiyaç duyuldu ve 2G ağlar farklı frekanslarda ve spektrumlarda işletiliyordu. Bu durum aynı zamanda dünyaya yeni spektrumlar satmaya çalışanlara büyük dolandırıcılık imkanı tanıyordu. 3G'nin en önemli özelliği, büyük miktardaki verileri desteklemek için büyük miktarda kapasitesi ve geniş bant yeteneklerinin olması ve müşterilerine bunu daha düşük ücretlerle sunmasıdır.
3G, mobil ortamlarda ve geniş alan ağlarda videolu konuşmalar, sesli konuşmalar, geniş bant kablosuz veriler, yüksek hızlı web kullanımının yanı sıra IPTV desteği de sunmaktadır. Diğer yandan uplink (uyduya çıkış hattı) üzerinde 5.8mbps'den fazla, downlink (uydudan iniş hattı) üzerinde 14.4mbps'den fazla HSPA (High-Speed Packet Access) veri aktarım yeteneğine sahiptir. HSPA, mobil telefon operatörlerinin birleşimi ve mevcut UMTS (Universal Mobile Telecommunications System) protokollerinin performanslarını arttırır. 3G teknolojisi, IEEE 802.11 (bilinen adıyla WLAN veya Wi-fi gibi teknolojilerin kullandığı ağ standartı) ağlarından farklı olarak geniş alan cep telefonu ağlarında yüksek hızlı internet erişimini ve video konferans hizmetlerini zaman içinde geliştirmiştir (Rayan ve Krishna, 2014).
Bir 3G bağlantısı 400kpbs'dan daha fazla internet hızını destekler. Böylece gerçek zamanlı konferanslara, daha hızlı video, müzik ve daha fazlasını indirmeye olanak sağlar. E-postalarınıza ulaşmak, güçlü oyunlar oynamak, büyük miktarda finansal işlemler yapmak artık parmaklarınızın ucundadır. Eski hızdaki veri hizmetlerini unutarak 3G ile akıllı telefonlara artık bir başka şekilde bakar olduk. Böylece akıllı telefonların donanımları, muazzam 3G hızlarını desteklemek için daha fazla geliştirildi.
4G - Dördüncü jenerasyonda daha fazlası var
4G, 3G'den on kat daha hızlıdır. her bir saniyede 10 megabit veri iletebilir. Ancak 4G halen tüm ülkelerde tüm servis sağlayıcılar tarafından kullanılamamaktadır ve bu ileriye yönelik düşünülen bir adımdır.
Eğer sürekli YouTube videoları indiriyorsanız, yürürken ya da seyahat ederken film izliyorsanız veya gün boyunca çok sayıda uygulama (apps) alıyorsanız, 4G hayatınızı kolaylaştıracaktır. Ancak henüz 4G'yi herkes elde edemedi ve akıllı telefonlar halen 4G'nin çalışma verimini arttırmaya çalışıyor.
Foto kaynak: http://www.oopsmobile.net/evolution-of-the-g/ |
ve nereye gidiyoruz?
Veri indirmeler her geçen yıl artıyor ve 2014 yılı için bu rakam 1.000.000.000 GB'ı aşabilir ve bu büyük bir veri. Akıllı telefonlar giderek genişleyen donanım kapasitelerine rağmen bu büyümeyi kaldıramazsa bu hiç sürpriz olmaz. Yakın gelecekte akıllı telefonlara 5G gelecek ve o biraz daha görkemli geleceği izlemeye devam ediyoruz.
Kaynak:
Rayan, N. L., & Krishna, C. (2014). A Survey on Mobile Wireless Networks. International Journal of Scientific& Engineering Research, ISSN, 2229-5518.
Knowing All Your G’s – What is 2G, 3G, 4G and So On http://www.indianic.com/blog/mobile/knowing-all-your-gs-what-is-2g-3g-4g-and-so-on.html Ziyaret Tarihi:27.03.2015
26 Mart 2015 Perşembe
Işık ve renk hakkında bilmediklerim
Işık hem dalga hem de parçacık (foton) şeklinde yayılmaktadır. Işık, bir enerji kaynağından gözümüze gelen ışının elektromanyetik dalgalara dönüşmüş halidir.
Elektromagnetik Spectrum |
İnsan gözü elektromagnetik spectrumda 400nm ile 700nm frekansları arasını görebilmektedir.
Işığın dalga boyu |
TV, bilgisayar, mobil cihazlar gibi elektronik aletlerde tüm renkler 3 ana renk (kırmızı, yeşil, mavi) ve 3 ara renkten (sarı, magenta, cyan) oluşmaktadır ve diğer tüm renkler bu renklerden türetilmiştir.
Ana renkler ve ara renkler |
Renk Tonu (Hue): Renk doyumunun vektörel olarak değişmesidir, diğer bir ifade ile 0 ile 360 derece arasında değişen açısal bir değerdir.
Renk Doyumu (Saturation): Renk tonunun şiddetini belirtir yani o rengin ne kadar canlı olacağını belirler, örneğin beyaza yakın yeşilden normal yeşile doğru gidildikçe renk doyumu artmaktadır.
Doymamış renkler soluk gözükürken, doymuş renkler göz alıcı gözükür. İnsanlar doymamış rengi de aşırı doymuş rengi de sevmez.
Renk Doyumu |
Krominans (Renk bilgisi, renk değeri): İnsan gözü bir rengi diğerinden ayırmak için rengin parlaklığını (luminans) kullanmaktadır. Renklerin renk parlaklıkları birbirine çok yakınsa o renkleri birbirinden ayırt etmek zorlaşır.
Renk ne kadar parlaksa beyaza o kadar yakındır.
Renkler |
Kaynak:
Taşkın, Y. (2012). "Hava perspektifinin ışık ve renk açısından incelenmesi ve empresyonizmde uygulama biçimleri". Yüksek Lisans tezi, Cumhuriyet Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Enstitüsü.
Prof. Dr. Mehmet Kesim Ders Notları, 2015, Anadolu Üniversitesi, Uzaktan Eğitim Anabilim Dalı
20 Mart 2015 Cuma
Elektronik Yayıncılık
Elektronik yayıncılık belgeleri elektronik ortamlar ve/veya
ağlar aracılığı ile erişilebilir hale getirmektir [1]. Elektronik yayıncılık,
yazılı ve görsel medyayı elektronik ortama taşıyarak daha çok kişiye daha az
maliyetle ulaşmayı hedeflemektedir. Elektronik yayıncılığa örnek uygulamalar; e-dergi,
e-gazete, e-kitap, e-broşür, e-katalog, blog, podcast, mobil uygulamalar,
akademik çalışmalar, makaleler vs.
Gazete, dersi, kitap yayıncılığı yapan birçok kuruluş,
yayınlarını matbaa yerine App Store’lara göndererek elektronik çağa ayak
uydurmaya çalışmaktadır. Bu uygulamalara katılımın bu firmalara prestij
kazandırdığı düşünülmektedir [2].
Elektronik yayıncılık, geleneksel yayıncılıkla
karşılaştırıldığında bir takım avantajlara ve dezavantajlara sahiptir. Örneğin
geleneksel yayıncılıkta basılı materyallerin hedef kitleye ulaştırılması için
harcanan emek, para ve zaman elektronik yayıncılıkta daha asgari düzeydedir.
Ayrıca elektronik yayınlar milyonlarca kişiye aynı anda ulaştırılabilmekte,
hatta kullanıcı ile etkileşim oluşturularak evrakların bilgilendirme düzeyi
arttırılabilmektedir [2]. Diğer yandan
elektronik yayıncılık çeşitli dosya formatları ve standartlar kullanmaktadır. Örneğin HTML, XML, SGML, PDF, RTF gibi dosya
formatları, JPEG, MPEG, VRML gibi görüntü formatları, Z39.50 gibi standartlar kullanmaktadır.
Z39.50, çevrimiçi kütüphane katalogları için kullanılan ve internet ortamındaki
bilgi kaynaklarının kütüphane katalogları tarafından kullanıcı arayüzü ile taranmasını
sağlayan uluslararası bilgi erişim standardıdır [1].
Gerek geleneksel yayıncılık anlayışında gerekse elektronik
yayıncılıkta göz ardı edilmemesi gereken konulardan bir diğeri yayın yapan yazarların
telif hakkının korunması konusudur. Örneğin DOI (Digital Object Identifier: Dijital
Nesne Tanımlama) sistemi bu amaçla, internet teknolojileriyle bütünleşik ortak bir entelektüel
içerik yönetim sistemi geliştirmeyi amaçlamaktadır [1]. DOI sayesinde elektronik ortamdaki bir yayının
bibliyografik künyesi çıkartılarak internet ortamındaki dijital nesne
kolaylıkla tanımlanmaktadır.
Elektronik ortamda sayıları gittikçe artan dijital nesneleri bibliyografik
olarak tanımlamak için kullanılan diğer bir sistem “metadata (bilgi hakkında
bilgi)”dır. Kütüphane kataloglarında ve arama motorlarında belgeleri
temsil etmek üzere kullanılan katalog kayıtları, konu başlıkları, anahtar sözcükler,
özetler “metadata” olarak adlandırılabilir [1]. Metadata, aynı zamanda elektronik ortamdaki
belgelerin arama motorları tarafından yakalanmasını kolaylaştırmaktadır. Böylece internete konulan içeriklere kullanıcıların daha kolay ve hızlı erişimi sağlanmaktadır.
Kaynak:
[1] Tonta, Y. (2000). Elektronik yayıncılıkta son gelişmeler.
Bilgi Dünyası, 1(1), 89-132.
[2] http://www.regisapp.com/neden-digital-yayincilik
Ziyaret Tarihi: 20.03.2015
Uzaktan Eğitimde Teknoloji İhtiyacı- Analog teknoloji ile yapılan radyo yayınları
Fotoğraf kaynak: http://www.dunyabulteni.net/haber/300030/bu-radyo-tiyatrosu-amerikayi-korkutmustu-video |
Radyo hayatımızda önemli bir yer kaplamıyor gibi görünse de özellikle uzun süre trafikte veya araçla seyahat eden kişiler tarafından yaygın olarak kullanılmaktadır. Radyo teknolojileri iki çeşittir: analog radyo ve dijital radyo.
Analog teknoloji ile yapılan radyo yayınlarına örnek; FM yani frekans modülasyonlu radyo yayınlarıdır. Bu yayınların sesi çok kalitelidir çünkü frekansı yüksektir ve uzun mesafelerdeki bölgelere gönderilemeyen yayınlardır. Bu nedenle TRT gibi radyo hizmeti veren kurumlar değişik bölgelerde (İzmir radyosu, Ankara Radyosu vs.) verici kurarak bu hizmeti sunmaktadır. Ancak bazen bir noktadan yayın yaparak uydu aracılığı ile diğer istasyonlara iletilen yayınlarda vardır.
Türkiye'de 1000'den fazla radyo istasyonu vardır. Bu kadar fazla radyo yayını olması bazen yayınların birbirine karışması (interference-girişim) söz konusu olabilmektedir. Bu istenmeyen bir durumdur. Bu radyo yayınlarını şu şekilde gruplandırabiliriz; ulusal radyo yayınları (Örneğin TRT gibi), bölgesel radyo yayınları (Örneğin sadece Marmara Bölgesinde yayın yapan) ve yerel radyo yayınları (Örneğin sadece Eskişehir'de yayın yapan firma).
Analog teknoloji ile yapılan radyo yayınlarına diğer bir örnek; genlik modülasyonlu radyo yayınlarıdır. Bu yayınlar 3 çeşittir:
Uzun Dalga (Long Wave-LW) Radyo Yayını : Bu yayın devlet tarafından yapılır, uydu ile iletişimin olmadığı dönemlerde geniş bölgelere veya ülke geneline hizmet götürmek için uygulanan yayın türüdür ve halen ülkemizde bu yayınları yapan istasyonlar vardır.
Orta Dalga (Medium Wave-MW) Radyo Yayını: Uydu ile iletişimin olmadığı dönemlerde biraz daha az güçle ve biraz daha fazla frekansla diğer komşu ülkelere de yayın yapabilen yayın türüdür.
Kısa Dalga (Short Wave-SW) Radyo Yayını: Uydu ile iletişimin olmadığı dönemlerde deniz aşırı ülkelere kadar uzanan bir yayın türüdür. Vericinin anteninin atmosferin iyonosfer tabakasına göre ayarlanarak, çok uzak mesafelere yayını iletme şeklinde yapılmaktadır. Bu tip yayınlarda yaşanan sıkıntı; tabakanın içinde su baharı ve diğer gazlar var, gündüz ve gece sıcaklık farklılıkları nedeniyle bu tabakanın yoğunluğu değişmektedir, bu nedenle ses zaman zaman kesilebilmektedir.
Günümüzde FM yayınları uydu ve vericiler aracılığı ile tüm yerleşim yerlerine ulaştırılmaktadır. Uyduların dünyaya uzaklığı 30 bin km'dir. Çanak antenler vasıtası ile radyo vericilerine gelen sinyaller aracılığı ile tüm ülkeye hatta kıtalar arasında radyo yayınları yapılabilmektedir. Aynı şekilde tüm ülke genelinde radyo yayını yapmak isteyen bir firma 1000'in üzerinde vericisini özel GSM firmalarının baz istasyonları gibi tüm ülke genelinde belirli mevkilere yerleştirerek uydu üzerinden yayın yapabilmektedir.
Ancak uzaktan eğitimin radyo yayınların şekli ile ilgisi yoktur. Uzaktan eğitimde verilen eğitimin mümkün olduğu kadar çok kişiye ulaştırılabilir hale getirilmesi önemlidir. Bu açıdan radyo yayınları uzaktan eğitim açısından önemlidir çünkü bu yayınlar ile farklı bölgelerdeki insanlara ulaşmak çok kolay ve ucuzdur. Ancak tüm bu olumlu özelliklerine rağmen günümüzde uzaktan eğitimde pek tercih edilmeyen bir teknolojidir.
Fotoğraf kaynağı: http://www.npr.org/blogs/goatsandsoda/2015/02/18/387027766/now-this-is-an-example-of-truly-educational-radio |
Kaynak:
Prof. Dr. Mehmet Kesim Ders Notları, 2015, Anadolu Üniversitesi, Eskişehir.
19 Mart 2015 Perşembe
Web 1.0, Web 2.0 ve Web 3.0 arasındaki fark nedir?
Web 1.0
İnsanların web sayfalarını sadece okunduğu dönemdir. Bu dönemde web sayfaları statik olarak oluşturulmuştur ve sadece tıklama yoluyla izlenerek tek yönlü iletişime imkan tanımaktadır. Bunu anlamı web dökümanlarına yorum yapmak veya etkileişim kurmak söz konusu değildi. Web ile kullanıcı arasındaki etkileşim asgari düzeydeydi. İnsanların ürünlerini en kolay şekilde tanıtmak amacıyla başlattığı bu dönem, kullanıcılara istedikleri zaman istedikleri yerde ulaşma imkanı sağlamıştır. İnsanlar bu dönemi internete bağlanırken gelen ses sinyalleri ile hatırlamaktadır. 1990’larda internetin yaygınlaşması insanlar arasındaki iletişimin (e-mail, chat) yeni şeklini belirlemiştir. Web 1.0 içerik geliştirme ve oluşturma konusunda uzmanlığın oluştuğu bir dönemdir.
Web 2.0
Kullanıcıların internette etkileşim içinde oldukları, web sayfalarını okuyup bu sayfalara içerik aktarabildikleri, yorum yapabildikleri dönemdir. Örneğin bloglar, forumlar, wikiler, youtube, facebook bu dönemin ürünleridir. Bu aynı zamanda insanların webde yaşadıkları bir sosyal ağ dönemidir. Bilgiyi paylaşmanın yeni şeklidir. Artık statik web sayfası dönemi kapanmıştır. Çünkü Web 2.0’ın doğasında insanların web sayfalarının içeriklerine yorum yapmaları, bağlantı oluşturmaları yatmaktadır. Bu tür bir webin dezavantajı bir web alanına yerleşen kullanıcının bilgiyi doğru iletme sorumluluğundan yoksun olmasıdır.
Web 3.0
Bu web versiyonu, www teknolojisinin mimarı Tim Berners-Lee tarafından “Semantic Web” olarak adlandırılır. Basit arayüzler vasıtası ile bilginin daha geniş çapta araştırılmasına olanak sağlayan yeni dönem internet teknolojisidir. Kullanıcıların bilgiye en yüksek oranda ulaşmasına imkan tanır. Örneğin, karmaşık bir sorunun arama motoru tarafından çözümlenmesine olanak tanır ve bu soru ile ilgili tüm webteki tüm alternetifler organize edilerek kullanıcıya sunulur. Web 3.0 veritabanlarını birleştirerek kullanıcı isteklerini bu birleşime bağlar. Ancak araştırmaya uygun zemin hazırlanmış olmasına rağmen doğru sonuçların elde edilememesi mümkündür.
Bazılarına göre bu teknoloji
kişileşmede bir çığır açmıştır, kimilerine göre bilgisayarlar insanların yerine
bilgi üretir hale gelmektedir.
Web 3.0, Web 2.0’ın bir
uzantısıdır ve bir çok ek özelliği beraberinde getirmektedir. Web bireyler için
araştırmayı kolaylaştırmıştır.
Web 3.0 kişiye özgü bir sekreter
gibi düşünülebilir, bilgisayar sizin daha önceden yaptığınız araştırmaları size
hatırlatabilir veya Facebookta ziyaret ettiğiniz sayfalara Facebooktan tamamen çıktıktan
sonra bile ulaşabilirsiniz.
Özetlersek Web 1.0 hipermetin ve statik sayfalara sahipti, Web 2.0 ile güncelleyebileceğimiz ve etkileşim kurabileceğimiz web sayfalarımız oldu, Web 3.0 ile, net olarak tanımlanamasa da, daha kişiselleştirilmiş ve hayatımızı kolaylaştıran web özelliklere sahip olduk ve hala onunla yaşamımızı sürdürüyoruz.
Özetlersek Web 1.0 hipermetin ve statik sayfalara sahipti, Web 2.0 ile güncelleyebileceğimiz ve etkileşim kurabileceğimiz web sayfalarımız oldu, Web 3.0 ile, net olarak tanımlanamasa da, daha kişiselleştirilmiş ve hayatımızı kolaylaştıran web özelliklere sahip olduk ve hala onunla yaşamımızı sürdürüyoruz.
Kaynaklar:
https://textinart.wordpress.com/2012/09/24/whats-the-difference-between-web-1-0-web-2-0-and-web-3-0/
https://linnnordahl.wordpress.com/2011/09/29/web-1-0-2-0-and-3-0/
Radyo ve Televizyon Yayıncılığı
Radyo
yayını elektromanyetik dalgalar aracılığı ile bir iletinin topluma ses yolu ile
aktarılmasıdır. Televizyon yayını ise aynı iletinin aynı yöntemle topluma hem
ses hem de görüntü aracılığı ile aktarılmasıdır [2]. 1980’lerde yapılan bu
tanımlama, temel olarak radyo ve televizyon yayınını özetlese de günümüzde
kullanılan teknolojilerin varlığı bu tanımı yetersiz kılmaktadır.
Radyo
yayınlarının iletimindeki teknolojik gelişmeler kablo, uydu ve internet
üzerinden yayınlara olanak tanımaktadır. Diğer yandan 1970’lerden bu yana
kullanılan fiber optik kablolar sayesinde radyo ve televizyon yayınlarındaki
teknik kalite yükselmiştir. Özellikle uydu ve internet teknolojisindeki
gelişmeler radyo sinyallerinin iletiminde farklı medya seçeneklerinin
oluşmasına neden olmuş, radyo yayıncılığında AM yayıncılıktan FM
yayıncılığa geçilmiştir [3].
Türkiye’de
radyo ve televizyon yayıncılığı 1961 yılında hükümetin kontrolünden devletin
kontrolüne geçerek özerkleştirilmiştir. 1980’lerin başında hızla yaygınlaşan
kablo ve uydu teknolojilerinin radyo ve televizyon yayıncılığında kullanılması
köklü değişikliklere neden olmuştur [1].
1990'larda
High Definition (HD) bir yayıncılık standardı olarak kabul edilmiş ve bu
teknolojiye uygun ürünler ortaya çıkmıştır. Bu dönemde ortaya çıkan HD uyumlu
TV'ler görüntü kalitesi olarak DVD filmlerin dört katı daha kaliteli görüntü
sunarlar. Normal TV'lere göre ekran çözünürlükleri fazla dolayısı ile renkler
daha geçekçidir [4]. Ancak HD uyumlu TV kanalları için 20Mbps bant genişliği
gerekirken, normal bir kanal için 4Mbps bant genişliği gerekmektedir [5]. Bu
nedenle HD uyumlu TV’ler kablolama gerektirmektedir. Kablolama sayesinde daha
hızlı ve kaliteli veri akışı sunularak TV yayını sinemalarda olduğu gibi 5.1
Dolby dijital ses kalitesinde dinlenebilmektedir. Ayrıca ekran boyutu olarak
daha dikdörtgenimsi (16x9 oranında) olduklarından sinema perdesi gibi panoramik
bir görüntü sağlamaktadır [4].
2011
yılında Türkiye’de kullanılmaya başlayan IPTV teknolojisi, internet üzerinden
kullanılabilen birçok uygulamayı televizyon üzerinden kullanılabilir hale
getirmiştir. IPTV, sayısal televizyon hizmetlerini üzerindeki abonelere
internet protokolü (IP) ile geniş bantlı bağlantı üzerinden ileten yeni nesil
bir sistemdir. Normal TV yayınından farklı olarak kullanıcıların gerçek zamanlı
etkileşimine izin vermektedir [5].
[1] Hafızoğulları, Z. (2003). Kamu Yayıncılığı ve TRT Kurumu. Ankara Barosu Dergisi, 4. http://www.ankarabarosu.org.tr/siteler/ankarabarosu/tekmakale/2003-4/1.pdf Ziyaret Tarihi: 26,02,2015
[2] Aziz, A. (1981). Radyo ve Televizyona Giriş. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları No. 460 http://kitaplar.ankara.edu.tr/dosyalar/pdf/108.pdf Ziyaret Tarihi:26.02.2015
[3] Ataman, E. Ö. (2009) Sayısal Çağda Sayısal Radyo Yayıncılığı: Sayısal Ses Yayın (Dab) Teknolojisi Ve Türkiye’deki Yansıması. http://akademik.maltepe.edu.tr/~gulbatus/turk%20basin%20tarihi%20odev/04%20Say%C4%B1sal%20%C3%A7a%C4%9Fda%20say%C4%B1sal%20radyo%20yay%C4%B1nc%C4%B1l%C4%B1%C4%9F%C4%B1.pdf Ziyaret Tarihi:26.02.2015
[4] MEB Modülü (2006).Televizyon Yayıncılığının Temelleri. http://hbogm.meb.gov.tr/modulerprogramlar/kursprogramlari/radyotv/moduller/televizyon_yayinciliginin_temelleri.pdf Ziyaret Tarihi:27.02.2015
[5] Çinar, I., Çinar, M. S., Bilge, H. Ş. (2013) Etkileşimli Televizyon: IPTV. http://ab.org.tr/ab14/bildiri/66.pdf Ziyaret Tarihi:27.02.2015
25 Şubat 2015 Çarşamba
İletişim Teknolojileri
Bilgiyi
en hızlı ve en kolay yoldan iletmek, bilim ve teknoloji dünyasının bütün
bileşenleriyle paylaşabilmek için iletişim teknolojilerine ihtiyaç duyarız [5].
Özdemir ve Taşdemir (2011) iletişim teknolojilerine olan gereksinimin doğuşunu
şu trajik hikâye ile özetlemektedirler:
“MÖ
490 yılında Ege Denizi kıyılarında, Maraton isimli kasaba yakınlarında
gerçekleşen savaşı Yunanlıların kazanması üzerine yola çıkan ve 40 kilometrelik
koşusunu tamamlayarak Atina’ya ulaşan asker ‘kazandık’ mesajını ilettikten
sonra ölmüştür.” [1]
Uzak
mesafedeki insanlar arasındaki iletişimin ilk olarak ses veya duman vasıtası
ile yapıldığı bilinse de, Morse 1835’de elektrik sinyallerinin bir kablo
boyunca taşınabileceğini ispatlayarak Morse alfabesini geliştirmesi, iletişim
ile teknolojinin buluştuğu yer olarak düşünülebilir. Telgrafın daha ileri
boyutlara taşınması ise 1913’de Western Union şirketi tarafından
geliştirilen çoklamanın, tek bir telgraf hattı üzerinden aynı anda 8 mesaj
geçebilmesini sağlaması olmuştur [2].
Diğer
yandan fotoğrafın icat edildiği dönemde (1839) bisiklet, buharlı gemi,
demiryolları, otomobil ve uçak insanların kullanımına sunulmuştur. 1876’da
telefonun patentini alan Alexander Graham Bell, bu teknolojinin evlere müzik,
haber ve hatta kamusal iletişimde önemli görülen enformasyonu
taşıyabileceğini düşünmüştür ancak bu tip bir yayıncılık için radyoyu
beklemiştir. Daha sonraları (1877) görüntüleri sabitleyen fotoğraf gibi insan
sesini ve müziği sabitleyen fonograf adı verilen cihaz icat edilmiştir.
[3].
Radyo
teknolojisi 20. yüzyılın hemen başlarında ortaya çıkmış ancak I. Dünya
Savaşı bu teknolojinin gelişimini yavaşlatmış, ilk düzenli radyo
yayınlarının başlaması 1920’leri bulmuştur. Aynı şekilde televizyon
teknolojisinin 1930’larda başarılı denemeleri yapılsa da II. Dünya Savaşı
nedeniyle televizyonun yaygınlaşması 1950’lerde gerçekleşmiştir [3].
İnternet
teknolojisinin doğuşu ise 1969 yılında Amerika Birleşik Devletleri İleri
Araştırma Projeleri Ajansında (ARPA) kurulan bilgisayar ağına dayanmaktadır
(ARPANET). Bu ağ ile üniversitelerde yürütülen araştırmaların askeri
ihtiyaçların karşılanmasında kullanılması amaçlanmıştır. 1990’da ARPANET teknik
açıdan eski olduğu gerekçesiyle kullanımdan kaldırılmış, böylece internet
özellikle 1990’ların ikinci yarısında askeri bir çevrenin içinden çıkarak hızla
yaygınlaşmıştır. Bunun yanısıra 1990’larda kullanıcıların çoğunun kullanmak
zorunda olduğu düşük hızlarda çalışan telefon çevirme sistemleri (dial-up),
1990’ların ikinci yarısından itibaren yerini kablo modem ve DSL (digital
subscriber line) modem gibi geniş bant uygulamalara bırakmış,
bu teknolojiler internetin yaygınlaşmasına büyük katkı sağlamıştır.
Böylece 1995 yılına gelindiğinde internet dünya çapında geniş bir kullanım
sayısına ulaşmıştır [3]. İnternet günümüzde, akademik/bilimsel içerikli web
sayfalarından çevrimiçi flört sitelerine, bilgisayar oyunlarından haber
portallarına hür türlü içeriğe ulaşılabilen görünürde sınırsız bir alan haline
gelmiştir [4]. İnternet, akıllı cihazlarla ve televizyonla birlikte kullanılarak çağımızın
en önemli iletişim araçlarından biri haline gelmiştir.
VoIP, telefon
şebekeleri ile yapılan ses iletişimi yerine, sesin IP paketlerine
dönüştürülerek IP tabanlı şebekeler üzerinden veri halinde iletilmesi
hizmetidir. VoIP’nin avantajlarından
bazıları; çok düşük bir iki taraflı yatırımla normal telefon kalitesinde eş
zamanlı internet ortamında ücretsiz görüşme olanağı sağlaması, uluslararası ve
şehirlerarası telefon görüşmelerini çok düşük maliyetle yapmayı sağlaması, faks
çekilebilmesi ve sesi sıkıştırarak şifrelediğinden dolayı dinlenmesinin mümkün
olmamasıdır. VOIP'in kabul görmesi teknoloji standartlarının geliştirilmesine
bağlı olarak yaygınlaşabilir. Çünkü standartlar geliştirilmediği sürece
kullanıcılar, yeni teknolojilere ait cihazları almakta isteksiz
davranmaktadırlar. Bu yaygınlaşma ile birlikte birçok alanda kullanılabilecek
olan VoIP, etkileşimli eğitim hizmetleri için de ekonomik bir altyapı imkânı
verebilir [5].
Kaynak:[1] Özdemir, F.B., Taşdemir B. (2011). 2. Hafta: İletişim Teknolojilerinin Gelişimi I. http://www.acikders.org.tr/course/view.php?id=97 Ziyaret Tarihi:25.02.2015
[2] Bruno, L.C. (2009). The invention of the telegraph. Manuscript Division, Library of Congress. http://memory.loc.gov/ammem/sfbmhtml/sfbmtelessay.html Ziyaret Tarihi:25.02.2015
[3] Özdemir, F.B., Taşdemir B. (2011). 2. Hafta: İletişim Teknolojilerinin Gelişimi II. http://www.acikders.org.tr/course/view.php?id=97 Ziyaret Tarihi:25.02.2015
[4] www.historyofthings.com/history-of-the-internet Ziyaret tarihi: 25.02.2015
[5] Alkan, M., Genç, Ö., Tekedere, H. (2006). Bilgi ve
iletişim teknolojilerinin eğitimde kullanımı için alt yapı ihtiyaçları ve yeni
iletişim teknolojileri.
23 Şubat 2015 Pazartesi
Dijital Uydu Teknolojileri
“DBS (Direct Broadcast Satellite) servisi; kullanıcılarda
bulunan uydu antenlerine sürekli yayın yaparak veri ulaştıran bir sistemden
oluşmaktadır. Sistem için; dijital uydu anteni, network kartı ve bir de servis
sağlayıcıya ihtiyaç vardır. Dijital uydu sistemleri oldukça güvenlidir. Bundan
dolayı; analog sinyallere göre daha az sinyal kontrolü yapılmaktadır. Sinyallerin
kontrolü az olduğundan, uydu sistemler, 400 Kbps hızına kadar ulaşabilirler.
Ancak download (veri alma) işlemindeki bu hıza rağmen upload (veri gönderme)
için mutlaka bir analog modeme ve telefon hattına ihtiyaç duymaktadır. Bu da
uydu sistemlerinde önemli bir dezavantaj olarak karşımıza çıkmaktadır.
Maliyetine karşı sağladığı hızın çok yüksek olması ise en önemli avantajıdır.
Bu açıdan bakıldığında Upload için pek uygun olmamakla birlikte download için
ise iyi bir çözüm olarak görülmektedir.
Uydu sistemler tek yönde veri iletebilir. Yani bu sistemler yalnız kullanıldığında sadece download yapılabilir. Veri göndermek için ise bir başka bağlantıya ihtiyaç vardır. Bu; bağlantılar; Dial-up, kablo modem, ISDN veya benzeri başka bir bağlantı olabilir. Bu ikinci bağlantı bu durumda sadece veri gönderme işlemi için kullanılır. Veri alma yine uydu aracılığı ile yapılacaktır. Servis sağlayıcıya (ISS) bağlanan kullanıcı istediği bilgiye ulaşmak için servis sağlayıcıdan veri talebinde bulunacaktır. Yapılan bu veri talebi ISS aracılığı ile internet ortamına iletilerek, kullanıcının talepte bulunduğu bilgiyi sunan WEB sunucusuna iletilir. WEB sunucusu ise bu talebi; bilgiyi sunan birimin Network İşletim Merkez (NİM)'ine gönderir ve istenilen bilgi internet ortamından direkt olarak uyduya gönderilecek ve kullanıcıda talepte bulunduğu bilgiyi çanak anteni vasıtasıyla uydudan alacaktır. Tüm bu işlemlerde bilgi talebinde bulunma işlemi için çok yüksek bir hıza gerek yoktur. Bu yüzden normal bir dial-up bağlantı bu işi rahatlıkla görebilir. Ancak veri alma işleminde 400 kbps ve daha yüksek hızlara ulaşabilme çok iyi bir avantajdır. Şekil 4’te bu işlemlerin gerçekleştirilmesi anlatılmıştır” [1].
Kaynaklar
[1] Alkan, M., Genç, Ö., Tekedere, H. (2006). Bilgi ve iletişim teknolojilerinin eğitimde kullanımı için alt yapı ihtiyaçları ve yeni iletişim teknolojileri.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)